MÜCBİR SEBEPLERİN SÖZLEŞMELERE ETKİSİ

Son günlerde gündemden düşmeyen ve uzun bir süre daha neredeyse bütün hayatımızı etkileyecek gibi görünen COVİD-19 salgının etkisi ile sözleşmelerin akıbeti de tartışma konusu haline geldi. Corona virüsünün sebep olduğu bu salgın sebebiyle birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de hayat neredeyse durma noktasına geldi. Salgının sebep olduğu etkiler başta turizm, hizmet, gıda, ulaşım sektörleri olmak üzere hemen her sektörde görülmeye başlandı. Üstelik bu durumun kısa sürede atlatılması da pek olası görülmüyor şimdilik. İşte bu koşullar altında hayatın her alanında etkili olan ve ekonomik ilişkilerin temellerini oluşturan sözleşmelerin akıbeti ne olacaktır? Bu durumda örneğin bir otelin bir catring şirketi ile imzaladığı, yemek sağlamayı konu edinen bir sözleşmenin seyahatin kısıtlanması ve yurtiçi giriş çıkışların durma notasına gelmesi sonrası akıbeti ne olacaktır? Catring şirketinin yemek sağlama borcu devam edecek midir? Ya da otelin bedel ödeme borcu devam edecek midir? Bu yazımızda bu ve benzeri sözleşmelerin genel olarak mücbir sebeplerden ve özelde COVİD-19 salgını karşısındaki durumu incelenecektir.

MÜCBİR(ZORLAYICI) SEBEP NEDİR?

Mücbir(zorlayıcı) sebep tanımı konusunda fikir birliği olmasa da genel olarak, bir borcun veya genel bir davranış yükümünün ihlâline neden olan, borçlunun işletme faaliyetiyle ilgisi olmayan (haricî), öngörülemez ve kaçınılamaz bir olay olarak tanımlanabilir. Deprem, sel, yangın, salgın hastalık gibi doğal afetler mücbir sebep sayılır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere bir olayın sözleşme hukuku açısından mücbir sebep olarak kabul edilebilmesi için borçludan kaynaklanmaması, öngörülemez ve kaçınılamaz olması gerekmektedir. Bu kapsamda sözleşmede borçlu olan tarafın sözleşmede yükümlendiği borcu yerine getirememesinde kendisine yüklenemeyecek bir sebepten dolayı borcunu yerine getirememiş olması, sözleşmenin kurulduğu esnada sözleşmenin yerine getirilmesine mani olan sebebin öngörülemez nitelikte olması ve bu olaydan kaçınmanın mümkün olmaması gerekir. Bu üç unsurun bir arada olması halinde sözleşmenin tamamen veya kısmen yerine getirilmesine engel olan olayın bir mücbir sebep olarak kabulü mümkündür.

COVİD-19 salgını özelinde bakıldığında bu salgının etkileri henüz net olarak tespit edilememekle birlikte ilerleyen zamanlarda salgın kaynaklı uyuşmazlıkların yargıya intikal etmesi ile birlikte hukuki olarak daha net bir tanım kazanacaktır. Ancak bu salgının etkileri bakımından sosyal bir felaket olduğu kabul edilebilir. Sosyal felaket, öğretide genel nitelikte, tüm halkı veya halkın büyük bir çoğunluğunu etkileyebilecek nitelikte, savaş, deprem, salgın gibi sosyal varoluşu sarsan bir değişiklik olarak ele alınmaktadır.( Baysal, Başak, Sözleşmenin Uyarlanması, TBK m. 138, Aşırı İfa Güçlüğü, 3. Bası, İstanbul, 2019, N. 562). Şüphesiz ki COVİD-19 salgınının bu tanıma uyduğu söylenebilir.

MÜCBİR SEBEBİN SÖZLEŞMEYE ETKİSİ

Öncelikle belirtmek gerekir ki sözleşme hukuku açısından sözleşmeye ilişkin bir uyuşmazlık çıkması halinde ilk bakılacak olan sözleşmenin kendisidir. Taraflar mücbir sebebin kendisini öngörmemiş olsalar bile ileride bir mücbir sebeple karşılaşıldığında bunun sözleşmeye nasıl etki edeceği konusunda bir anlaşma sağlamış olabilirler. Örneğin böyle bir durumda tarafların karşılıklı olarak anlaşarak bir çözüm yolu arayacağı konusunda anlaşmış olabilirler.

Burada üzerinde durulması gereken asıl husus tarafların bu konuya ilişkin olarak sözleşmeye bir hüküm koymaması hali ile bu hüküm konulmuş olsa bile hükmün yorumu noktasında ortaya çıkabilecek uyuşmazlıklardır. Tarafların bu mücbir sebep konusunda sözleşmeye herhangi bir hüküm koymaması halinde salgından etkilenen ve sözleşmeye konu borcu yerine getiremeyecek olan borçlu açısından TBK md.112, 117, 136, 138 hükümleri uygulama alanı bulacaktır.

MADDE 112- Borç hiç veya gereği gibi ifa edilmezse borçlu, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlüdür.

MADDE 117- Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer. Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır.

MADDE 136- Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır. Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür.

MADDE 138- Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.

Yukarıdaki maddeler birlikte ele alındığında sözleşmenin yerine getirilememesi veya gereği gibi yerine getirilememesi hallerinin ayrı ayrı düzenlendiği ve buna ilişkin sonuçların da bir birinden faklı düzenlendiği görülmektedir. Buna göre;

1. Sözleşmenin mücbir sebep dolayısıyla yerine getirilememesi halinde borçlu borcundan kurtulacaktır. Yani bu durumda borçlu yerine getirmekle yükümlü olduğu şeyi yapmaktan kurtulacaktır. Üstelik bu halde karşı tarafa herhangi bir tazminat vermek zorunda da değildir. Ancak yapacağı şeyin karşılığını daha önce almış ise aldığını vermek zorunda kalacaktır. Aynı zamanda karşı tarafın yapmak zorunda olduğu edimi isteme hakkını da kaybedecektir. Örneğin salgın sebebi ile işyeri karantinaya alınmış bir fabrika üretimin durması sebebiyle aldığı siparişleri teslim edemez ise bu siparişleri teslim edememesi sebebi ile herhangi bir tazminat ödemek zorunda olmadığı gibi karşı taraftan henüz bir bedel almamış ise bunu talep etmek hakkını da kaybedecektir. Siparişleri için önceden bir bedel almış ise bu bedeli de karşı tarafa geri vermek zorunda olacaktır.

2. Borçlunun sözleşmeyi geç ifa etmesi halinde ise temerrüde ilişkin hükümler(md.117) uygulanır. Ancak buradaki durum borçlunun kusuru ile sebep olduğu temerrüt halinden farklıdır. Borçlu kendisine yüklenemeyecek bir sebepten dolayı borcunu zamanında yerine getirmemiştir. Dolayısıyla alacaklının gecekime sebebiyle tazminat talep etme hakkı olmayacaktır. Aynı şekilde borçlunun kusuru bulunmadığı için beklenmedik hal dolayısıyla da borçludan tazminat talep edilemeyecektir(TBK md.119/2). Alacaklı sözleşmenin zamanında yerine getirilmemesi sebebi ile sözleşmeyi feshedebilse bile mahrum kaldığı karın tazminini isteyemeyecektir. Süreklilik arz eden sözleşmelerde alacaklı sözleşmeyi fesih hakkı vardır ancak bundan doğan zararın tazminini isteyemez. Sözleşmenin geç yerine getirilmesinden borçlu sorumlu tutulamayacağı için alacaklı sözleşmeyi feshetme hakkını kullanırsa sözleşmenin hükümsüz alması sebebiyle uğradığı zararın tazminini de talep edemeyecektir.

3. Sözleşmenin gerektiği gibi yerine getirilmemesi hali söz konusu olursa; alacaklı bu ifayı kabul etmeyerek borçluyu temerrüde düşürebilir ancak borçluya herhangi bir kusur yüklenemeyeceği için borçludan bu sebeple uğradığı zararın tazminini isteyemez. Alacaklı ifayı kabul edip, ifanın gerektiği gibi yapılmaması sebebi ile uğradığı zararı (borçlu kusursuz olduğu için) talep edemeyecektir. Ancak bu durumlarda borçlunun mücbir sebebi ve bu sebebin ifayı olmuşuz etkilediğini kanıtlaması gerekecektir.

SONUÇ

Yukarıda ana hatları ile ele aldığımız mücbir sebebin sözleşmeye etkisinin bunlarla sınırlı kalmayacağı açıktır. Zira her olayın özellikleri ve her sözleşmenin koşulları ve türleri kendine özgüdür ve kendi özelinde ele alınarak sonuca ulaşmayı gerektirir. Ancak Yargıtay’ın da önemle üzerinde durduğu husus sözleşmede ahde vefa ilkesinin uygulanması ve tahammül eşiğine kadar sözleşmenin devam ettirilmesi ilkesidir. Aynı zamanda dürüstlük kuralı da her hukuki ilişkide olduğu gibi bu durumda da aranacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken sözleşmenin devamının taraflardan istenip istenemeyeceğidir. Taraflar sözleşmenin devamını istedikleri takdirde(özellikle sürekli sözleşmelerde)(örneğin kira sözleşmesinde) sözleşme koşullarının da yeni duruma adapte edilmesi bu koşullara uygun olarak yeni hükümlerin karşılıklı olarak kararlaştırılması yoluna gidilmelidir. Tarafların bu konularda anlaşamaması halinde ise mahkemeden sözleşmenin yeni şartlara uygun hale getirilmesi için müdahale talep edilebilir.  Söz konusu uyuşmazlıklar oldukça teknik bir takım hukuki sorunlara ilişkin olup böyle bir durum ile karşılaşılması durumunda hak kayıplarının en aza indirilmesi için mutlaka bir avukatın hukuki yardımından faydalanılmalıdır. İzmir avukat, mücbir sebeplerin sözleşmelere etkisi konusunda uzmanlıklarıyla size rehberlik ederek, haklarınızı en iyi şekilde korumanızda yardımcı olabilirler.

Av. Barış ÖZKAYMAK

Son Yazılar

Hukuki Yardım Al

Danışmak istediğiniz her konuda bize ulaşın!

BİZE ULAŞIN